Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Kendileri ile huzur bulasınız
diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet
var etmesi de O’nun varlığının ve kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bunda
düşünen bir toplum için ibretler vardır.”[1]
Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Sizin en
hayırlınız ailesine en güzel şekilde davranandır. Ben, aranızda ailesine en
güzel davranan kişiyim.”[2]
Yüce Allah, varlıkların en değerlisi olan insanı, erkek ve kadın
olarak farklı cinsiyetlerde dünya hayatına yollamıştır. Birbirlerine eş
olmaları, huzurlu bir yuva kurmaları için aralarında kuvvetli bir muhabbet ve
merhamet bağı var etmiştir. İyilikte yardımlaşacakları ve kendilerini güvende
hissedecekleri bir aile ortamı lütfetmiştir.
Evlenerek bir
aile kurmak, her şeyden önce yaratılışımıza uygundur. Cenâb-ı Hak, “Aranızdan
bekâr olanları evlendirin.”[3] buyruğuyla kadın ve
erkek için nikahı teşvik ederken, başta yakınları olmak üzere bütün bir topluma
da evlenme çağına gelenlere destek olmalarını tavsiye etmiştir.
Aile kurmak,
aynı zamanda Peygamberimizin sünnetidir. Allah Resûlü (s.a.s) bir hadislerinde
şöyle buyurur: “Nikâh benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimden yüz
çevirirse benden değildir.”[4] Fıtratına uygun bir
şekilde sahih bir nikâhla nezih bir evlilik yapmak, her insan için onur ve
şükür vesilesidir. Zira “Ey genç topluluğu, aranızdan evlenmeye gücü
yetenler evlensin.”[5] buyuran
Peygamberimizin ifade ettiği üzere, “evlenmek, gözü haramdan çevirmek ve iffeti korumak
için en iyi yoldur.”[6]
Aile
içinde yaşamak, her yaştan insana güven ve mutluluk aşılayan bir nimettir.
Sıcak bir yuvanın tadını, dertlere derman olan müşfik elini, hayata anlam katan
desteğini başka hangi nimet karşılayabilir? Aile hayatını sağlam temeller
üzerine bina eden eşler, sadece bu dünyada değil, ahirette de saadete
kavuşacak, birbirini cennete taşıyacaktır.
Aile
olmak, sadece aynı çatı altında yaşamak değildir. Aile aynı zamanda bir duygu,
ideal, umut ve fikir birlikteliğidir. Eşlerin birbirine dost olması, iyilik ve
takvada yarışmasıdır. Aile olmak, Rabbimizin rızasına uygun bir hayatı birlikte
yaşamaktır. Sevinci ve kederi, varlığı ve yokluğu paylaşmaktır. Her türlü
meşakkati beraberce göğüslemek, vefakâr bir eş, sâdık bir yâr, merhametli bir
ebeveyn, salih bir evlat olmaktır.
Aile
kurmak kadar, aile kalmak da önemlidir. Ailesinin değerini bilmek ve kurduğu
yuvayı korumak, kadın-erkek her Müslümanın vazifesidir. Aile kalmak, eşlerin
birbirini örtü misali setretmesi, her türlü kötülükten muhafaza etmesi, ilgi ve
sevgiyle bütünleştirmesi demektir. Bu sebeple Yüce Rabbimiz, “Onlar sizin
için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz.”[7]
buyurmuştur.
Aile
kalmak, yuvayı tehdit eden hata ve kusurları terk etmeyi gerektirir. Mümin,
ailesi içinde hoşgörülü ve affedici olmaya, sabırlı ve sebatkâr davranmaya
gayret eder. Zira Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bizlere şöyle nasihat
etmektedir: “Mümin bir kimse mümine olan eşine nefret beslemesin; çünkü onun
bir huyunu beğenmezse de hoşlanacağı bir huyu mutlaka vardır.”[8]
Aile
kalmak, kadınıyla erkeğiyle, yaşlısıyla genciyle her bir aile ferdinin sorumluluklarını
yerine getirmesiyle ve en az kendi hakları kadar diğerlerinin haklarını da
gözetmesiyle mümkündür. Aile kalmak, her hal ve şartta kendi menfaatini değil
ailenin faydasını düşünmeyi gerektirir. Peygamber Efendimizin bir hadisine
göre, “Bakmakla yükümlü olduğu kimseleri ihmal etmesi kişiye günah olarak
yeter.”[9]
Sevginin
ve sevincin bereketlendiği, hüznün ve kederin dağıldığı bir aileye sahip olmak
için gayret edelim. Gençlerimizi ailenin güçlü ve samimi ruhuyla tanıştıralım.
Çocuklarımıza ve eşlerimize sükûnet veren bir aile ortamı sunalım. Ailemizin
kıymetini bilelim. Unutmayalım ki ailemiz bize Rabbimizin emanetidir ve insan
ahirette ilk önce anne babasına, eşine ve çocuklarına karşı davranışlarından
hesaba çekilecektir.
[1] Rûm,
30/21.
[2] Tirmizî, Menâkıb, 63.
[3] Nûr, 24/32.
[4] İbn Mâce, Nikâh, 1.
[5] Buhârî, Nikâh, 3, Müslîm, Nikâh, 1.
[6] Buhârî, Nikâh, 3, Müslîm, Nikâh, 1.
[7] Bakara, 2/187.
[8] Müslîm, Radâ’, 61.
[9] Ebû Davûd, Zekât, 45.