Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Rahmân’ın has kulları o
kimselerdir ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler…”[1]
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Kim Allah için huşûundan dolayı tevazu gösterirse, Allah
onu kıyamet gününde yüceltir. Her kim kibrinden dolayı böbürlenirse Allah da
onu kıyamet gününde alçaltır.”[2]
Kamil
bir imanın hayatımızdaki en büyük tezahürü, salih amelle birlikte güzel ahlak
sahibi olmaktır. Zira güzel ahlak, dünyamızı aydınlatan ve ahiretimizi cennete
çeviren en kıymetli sermayemizdir. Bizler, sonu cennet olan bir hayatın ancak
güzel ahlakla tamamlanacağına inanırız. Rabbimiz katında bizleri yüceltecek
olan bu ahlaki güzelliklerin başında ise tevazu gelir.
Tevazu,
alçakgönüllü olmaktır. Kendini beğenmişlikten ve böbürlenmekten uzak durmaktır.
Gurur ve kibirden arınmış bir hayatı benimsemektir. Yaratılmış her bir canlıya saygı,
şefkat ve merhamet göstermek, kibar davranmaktır.
Biz müminler, tevazuu Peygamber Efendimizden öğrendik. O, daima sade
bir hayat sürdü.[3]
İnsana, insan olduğu için değer verdi. Mütevazı olmanın, cennet ehlinin
özelliklerinden biri olduğunu bildirdi.[4] Müslüman bir kardeşimizi
küçük görmenin kötülük olarak bizlere yeteceğini hatırlattı.[5] Resûl-i Ekrem (s.a.s) bir
hadis-i şeriflerinde tevazu sahibi olmanın insanı Allah katında yücelten bir
vasıf olduğunu bizlere şöyle haber vermiştir: “…Allah,
bir kulun hoşgörülü olması sebebiyle izzetini artırır, Allah için tevazu
gösteren kişiyi ise yüceltir.”[6]
Sevgili
Peygamberimizi kendisine örnek alan mütevazı bir mümin, bütün nimetlerin asıl
sahibinin Yüce Rabbimiz olduğunun bilincindedir.
Sahip
olduğu her bir nimetin aynı zamanda kendisinin bir imtihanı olduğunun farkındadır.
Mümin, elindeki bütün imkânları Allah’ın rızasını kazanmak için seferber eder. Makam
ve mevkii, şöhret ve zenginliği ne olursa olsun kendini diğer insanlardan farklı
bir konumda görmez. Allah katında üstünlüğün ancak takvada olduğuna inanır.
İslam,
bir yandan müminin ruhuna alçak gönüllü olmayı nakşederken, diğer taraftan
kibirden olabildiğince uzaklaşmasını hedefler. Çünkü kibir, Peygamberimizin ifadesiyle
“Hakikati inkâr etmek ve insanları küçük görmektir.”[7]
Kibirli
insan, dünyanın kendi etrafında döndüğünü zanneder. İnsanları küçümseyerek
onlardan yüz çevirir. Oysa mümin, hangi sebeple olursa olsun hiç kimseyi hakir
görmemelidir. Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.s) bu konuda bizleri şöyle uyarmıştır:
“Allah bana, mütevazı olup birbirinize
karşı övünmemenizi ve birbirinize karşı haddi aşan davranışlarda bulunmamanızı
vahyetti.”[8]
Mümin,
her işinde olduğu gibi tevazuda da aşırıya kaçmaz. Zira mümin, tevazu içinde
bir hayat yaşamakla yükümlü olduğu kadar kendisinin ve Müslüman kardeşlerinin
şeref ve haysiyetini korumakla da görevlidir. O, müminleri hakir görenlere
karşı asil ve vakur duruşunu muhafaza eder. Müslümanların şeref ve izzetini
korumak için var gücüyle çalışır. Yüce Rabbimizin “Muhammed, Allah’ın Resûlü’dür. Onunla beraber
olanlar, inkârcılara karşı kararlı ve tavizsiz, birbirlerine karşı da
merhametlidirler...”[9] buyruğuna
gönülden bağlanır.
Hayatımızın her alanında tevazuu
kuşanalım. Hiç kimseyi incitmeyelim. Fani dünyanın geçici heveslerine aldanarak
birbirimizi üzmeyelim. Dünyamızı zindana, ahiretimizi cehenneme çevirecek olan
kibirden, gururdan ve riyadan sakınalım. İnsanları küçümseyerek onlara surat
asmayalım. Yeryüzünde böbürlenerek yürümeyelim. Unutmayalım ki Yüce Rabbimiz,
kibirlenen ve kendisiyle övünen kimseleri sevmez.
[1] Furkân, 25/63.
[2] İbn Hanbel, III,
76.
[3] Müslim, Zühd,
33.
[4] Buhâri, Edeb,
61.
[5] Müslim, Birr,
32.
[6] Müslim, Birr, 69.
[7] Müslim, Îmân,
147.
[8] Müslim, Cennet,
64.
[9] Fetih, 48/29.
Kaynak: http://www2.diyanet.gov.tr/dinhizmetlerigenelmudurlugu/sayfalar/hutbelerlistesi.aspx